ramazan geldi, hoş geldi

gündemimi meşgul eden alakasız bir sürü konunun telaşından fark edememiş olsam da gelmiş ramazan hem de güzel gelmiş, hoş gelmiş.

sözel olmayan

terapilerde müzik kullanımıyla ilgili bir bahis esnasında talat parman’dı sanırım sümeyra çakır’dan da dinlemiş olabilirim o da kohut’tan duymuşmuş galiba, neyse demiş ki ” müzik, egonun tehdit almadığı bir alan oluşturur, müzik sözler gibi tehdit edici değildir.” terapide sadece sözel olmamak için elimden geleni yapıyorum. madonna’nın bedtime story şarkısını seviyorum, ne de olsa sözlerini björk…

samimiyet meselesi yine

sayın dinleyenler, ben saydım çok yokmuş.yani bazenleri içerinin dilini içerden biri gibi konuşuyorum ama kendimi bilhassa dışarda tutarak ya, ekseriyetle o zamanlarda bir çerçeveye atıfta bulunuyorummuş. bulunmuyorsam size bir ipucusu vereyim, beni bilirsiniz bazenleri bir şey anlatırken heyecanlı olurum, görürsünüz duygumu yüzümden bazenleri de donuk olurum çok, işte o donuk konuşmalarımda ben çerçeveye atıfta bulunmuyorsam…

samimiyet

dün dedim ki, zihinsel malzeme bir çerçeve içinde gelişiyor ve zihnim bir konu hakkında düşüneceği zaman bildiği bütün çerçeveleri yoklamaya meyilli bir şekilde işliyor. sonra içime dönünce günün sonunda bir tehlikeyi fark ettim. farklı farklı çerçeveler var, farklı kültülrel kodlar. yeni çerçeveler, yeni diller öğrenmeye meraklıyım biraz, zihnimin de çerçevelerden bazılarını başka bazılarına yeğ tutmama…

aklın sistemden çıkması ve

bu vidyoyu 2007 mayıs ayında çekmiştim, metindeki bazı şeyleri şimdi değiştirebilirim ama bu haliyle de iyi bence 🙂 aklın sistemden çıkmasıyla ilgili kısmı ise az evvel okuduğum kitaptaki olasılık koşulları bahsinden sonra daha manidar geldi. Bir olayın olasılık koşulları semantik kaynaklarla onu düşünülebilir ve anlaşılabilir kılan güç çizgilerinin karşılıklı bir oyunudur. Düşünülebilirlikten kasıt, dilin formlarının…

elini taşın altına koymak ya da

kocaman bir taş vardı bizim sokağın sonunda, parıltılı bir taştı, mahallenin çocuklarını bu taşın tılsımlı olduğuna inandırmış, kendim de buna inanmıştım. günahtan korkmasak yapacağımız şeyleri konuşurken verdiğim cevap sahte din kurmaktı çocukken şimdi bir de bunu hatırladım. elimi altına koyamadığım taşları düşünürken geldi bunlar aklıma, çünkü taşların çoğu çok manasız görünüyordu gözüme. ezilecekse elim taş…

cemiyet ana

bağrına da basabiliyor, evlatlıktan red de edebiliyor mu?

ân

pazartesi sabah erkenden uyanıp çıktığım balkonda bulutları izlerken anlatmak dedim yine, kelimenin dibine bir film ismi de ekledim, yıllar sonra karşılaşan iki çocukluk arkadaşının hikayesini anlatmayan şu filmden bahsediyorum.merak ediyorum acaba siz de anlatıyor musunuz? ve anlatmak sizin hikayelerinizi, hayatlarınızı nasıl etkiliyor? ben o kadar çok anlatıyorum ki, o kadar çok. anlatmak meselesi benim için…

bir sürü haller içinde halim

türlü çeşit hallerden geçiyorum sonra dönüp bakıyorum tanıdık geliyor bu haller başka bir yerlerden ve diyorum ki ” demek ki bu haldeyken falancı şöyle şöyle hissetmiş” bu geçişlilik bana başkalarının hallerini bildiriyor mütemadiyen. çapa: kişisel bütünlük, ahenk

içersi

ey insanlar,içinize bakmaktan korktuğunuz her gün kendinizden çok uzaklara gidiyor olabilirsiniz.geri dönün!