çekmecedeki kadınlar

L’âge de raison filminde Marguerite’in stresli anlarda ofisindeki çekmeceyi açıp kadın karakterlerin fotoğrafları arasından birini seçmesini sevdim. Şimdi Benazir Butto, şimdi Brigitte Bardot diye kendine bir rol çağırmasını. Film aslında Marguerite’in bir türlü kendi olamayışı üzerine, sonunda “kendimi özlemişim” diyerek çözülüyor ama ben yine de bu çekmecedeki kadınlar fikrini sevdim…

kış ortasında bahar postası

Sevgili purblog okurları, buraya yazmayalı epey oldu farkındayım ama birazdan öyle güzel telafi edeceğim ki, sen hep yazma da arada böyle telafi et diyeceksiniz. Telafi hamleme dün keşfettiğim Mısır’lı müzik grubunun çok kıyak şarkısını paylaşarak başlıyorum, kıymetini bilin, bu şarkıyı bulmam çok zor oldu. Dinlediğiniz şarkı Massar Egbari ‘den “E2ra el–khabar” isimli şarkı. Sözlerini de…

doktor odası ve ideolojik mesafe

Dizimdeki kisti aldırmak için gittiğim doktorun odasında duvarda asılı bir tablo vardı, eğer adama işim düşmemiş olsaydı biraz bu resim üzerine konuşmak istedim o sırada ama bu adam birazdan dizime müdahele edecekti. Ben de bu yüzden onunla konuşmak yerine şimdi burdan dedikodusunu yapmayı daha uygun gördüm. Resimde bir devenin üstünde dört tane yarı çıplak cariye…

yüz okuma kulübü

bu yazıdaki tespitlerin gerçek hayatla hiç bir alakası yoktur, tamamen eğlenceliktir: Insanlar agizlarinin buyuklugune gore uce ayrilir, minicik agizlilar, normel agizlilar ve koca agizlilar. Minicik agizlilarin gozlerinin buyuklugune dikkat edin. Kocaman gozlu minicik agizlilar anlatacak cok hikayesi olup anlatmayanlardir ama hikayeler icerde durdukca curur. Oylece birakilmis baska hersey gibi hikayeler de curuyebilir. Koca agizlilarin da…

iç okuma kulübü

geçen haftasonunu bir grup psikologla geçirdim, bunda ilginç bir şey yok gibi en başta, 10 senedir psikologlarla vakit geçiriyorum zaten. 10 senedir bana “aa sen şimdi bizim içimizi okuyordundur” dendiğini duyuyorum “yok canım, olur mu öyle şey” diye cevap veriyorum 10 senedir. 10 senedir içimi okuyan bir psikologla da karşılaşmadım çok şükür. okunaklı olması olmaması…

dünya yansa içinde yorganı yok

rüyamda h. yi gördüm, bizde misafirdi, kek yapacaktım ona, bir şey için içeri geçince ben, çay yapacağım diye ocağın üstündekileri yakmış, sonra kek tarifini de yakmış, ben en çok tarife üzülüyorum, onun umrunda değil, bir senaryosu varmış, onu anlatmak istiyor. sonra odamdan salona her yer akvaryum gibi olmuş, dize kadar su var ve rengarenk balıklar…

uyuryazar

gönülyazar değil, uyurgezer değil, uyuryazar oldum. yazdığım hikayenin başında uyuyakalıp uyanınca ekranda hikayeyle çok alakasız ” ama hayrine hanım sana çok hayran” cümlesini gördüm. hayriye hanım kim acaba, adını bile yazamamışım uyku mahmurluğuyla. hikaye hep cinayet mahaline dönen bir kurbanın hikayesiydi.

yağmurda dinlenir

yağmur playlisti: 1. jun miyake – here and after 2. mono – life in mono 3. karakan – yağmur 4. billie myers – kiss the rain 5. secret garden – adagio 6. ana bashaq el bahr 7. marc lavoine – j’ai tout oublie 8. rosey – love 9. nouvelle vague- friday night saturday morning 10.moby-porcelain

uyku kardeşim

uyku şefkatli elleriyle saçlarımı okşuyor, sıcağına çekiyor, sarıyor, dinlendiriyor, tazeliyor. sanki saçlarımı okşarken değdiği kafamın içi, değiyor ama yumuşacık. değiştiriyor ama belli belirsiz, pastel. rüyalar gösteriyor, başı, sonu, ortası yok, rüya.