temel bir gün uçağa binmiş, amerikadan türkiyeye geliyor, bir de ne görsün, yanındaki koltukta adriana lima. böyle bir heyecanlar bilmem neler.. sonra heyecanın çok daha büyüğü ve korkuncu gelmiş başlarına. uçak düşmüş.. bir adaya çıkmışlar, adriana ile beraber. ıssız bir adada survive etmleri gerekmiş zavallıların. bu arada tabii muhabbetler, muhabbetler filan.. fekat ilk günler çok mutluyken temel, bir zaman sonra huzursuzlanmaya başlamış. adriana demiş ki, nen var temel, neyin eksik, ne istiyorsan söyle yapayım. temel adrianaya sahiden yapar mısın demiş ve elindeki kömürle güzelim kadına bir bıyık çizmiş, çok uğraşmamış zaten bıyıklı kadın diye 😛 neyse erkek kılığına sokmuş ve konuşmaya başlamış, ” ula dursun biliy misun ben aylardır kimle beraberum”
bu fıkrayı bülent somay’ın bir kitabında okumuştum, azcık değiştirdim tam hatırlamadığım için. ama temel mantık şu, aşk üçüncü bir kişiyi, bir şahidi ister.
aslında sadece aşk değil, herşey anlatılmak ister. hapishanelerdeki mahkumlar hikayelerini duvarlara kazırlarmış, çıkamama ihtimaline karşı, hikayeleri kaybolup gitmesin diye.
hani into the wild ile ilgili de beni düşündüren şey buydu ya, alexander supertramp’ın öyküsünün kaybolması ihtimali..
bugünlerim hikayeler okuyarak, dinleyerek, hikayelerin önemleri üzerine düşünerek geçiyor, onu da sonra anlatırım fakat… 2014’te neden az yazdığımın hikayesine gelince, 2014’te ben mutlu bir aşıktım da ondan az yazdım. anlatacağım en belirgin hikayem buydu. hayatımda büyük değişimler oldu, evlendim, ülke değiştirdim, yeni bir sürü insanla tanıştım falan filan.. yine de en büyük hikayem buydu. anlatamadığım daha büyük bir hikaye varken galiba diğer hikayeleri de anlatamıyorum. belki bunu yapmayı öğrenirim zaman içinde.
neyse işte, mutlu aşkı anlatamamakla ilgili düşündüm. hani derler ya kavuşamayınca aşk olur, kavuşunca meşk. acaba bunun anlatmak meselesiyle ilgili bir tarafı da var mıdır diye merak ettim. çünkü kavuşamadığın sevgiliyi, kavuşamama hikayeni uzun uzun anlatabilirsin, ama prenseslerin prenslere kavuşmasıyla masallar biter ya, sonsuza dek mutluluk içinde yaşarlar hani.. halbuki insan hikayesini değil başkasına kendisine bile anlatmadığında bir zaman sonra ona o olağanüstü hikaye sıradan gelmeye başlar ya..
2010’un ekiminde şöyle anlatmışım bunu:
böyle işte.. bir gün oturup bir mektup yazdım, sevgili eşime dursun muamelesi yapıp, ne harika bir adamla evli olduğumu anlattım 🙂 evet kavuşulan aşk mahrem bir şey, hem bunun nazarı var şusu var busu var Allah korusun, öyle ulu orta anlatılmaz. bir de mutluluk anları kadar ve belki daha fazla mahrem olan mutsuzluk anları var ve bunların hikayesi de öylece anlatılmaz tabii. ama hikayeler de anlatılmadıkça alışkanlığa ve o da körlüğe dönüşüyorsa, dönüşmesin diye insanlar eşlerini üçüncü bir kişi yerine koyup anlatabilirler belki hikayelerini.
neyse işte sevgili okur ben bu mahremiyet filtresinden ötürü 2014’ü az yazıyla kapattım. ama 2015’e iddialı başladığımı söylemeliyim : P
gözlerim doluyordu az daha, sen ne güzel yazıyordun hakaten, okuyayım ben artık 🙂
BeğenBeğen
Benim de aklıma ilk nazar geldi. Sonra başkalarının mutluluklarına sevinmek ne güzel, diye düşündüm. Hikayelerimizi anlattıkça ve dinledikçe başkalarının hikayelerini zenginleşiyoruz bence. Hikaye zengini olmak güzel hayal.
BeğenBeğen
🙂 oku tabii kardeşciğim, gözdolması güzeldir, balkabağı tatlısı daha güzel ❤
BeğenBeğen
hikaye zengini olmak güzel hayal sahiden 🙂 terapist olarak hikaye zenginiyiz aslında diye düşündüm sonra da terapist olarak dinlediğimiz hikayelerin başlangıç bitiş noktalarını evrilişlerini.. bunu düşünürken terapiste anlatılan hikayelerin ortak bir çerçevesi varmış gibi hissettim. belli noktalarından tutarak anlatır ya insanlar hikayelerini terapide, terapistin sorularının ve terapiyle ilgili beklentilerin etkisiyle ortaya belli bir tip hikaye çıkar. halbuki dinleyicisi başka biri olsa başka olacak hikaye. dur fikirler tetiklendi v.yakacığım ben bunu blog yazısı yapayım 🙂
BeğenBeğen
aaa ordaki kibrit kutusu benim 🙂 hehe. evet nazarlardan sakının bacım. öperim.
BeğenBeğen