rüya denen garip şey

gün  içinde bir aradalar, evlerinde yahut sokakta, çarşı, pazarda, sohbet ediyorlar, iş yapıyorlar. gece olunca herkes kendi köşesine çekiliyor. beraber bir köşeye çekilenleri de var. bir yere uzanıyor ve gözlerini kapıyorlar. sanki dış dünyayla bütün bağları kopuyor. uyuyorlarmış ve “rüya” dedikleri bir şey görüyorlarmış. tüm gece boyunca, sayısız şey tecrübe ediyor, hiç görmedikleri yerlere gidiyor,…

haruki murakami okumayı neden seviyorum?

çünkü bazenleri wong kar wai’ye benziyor ve bazenleri de  j.d. salinger’a. peyki wong kar wai izlemeyi neden seviyorum? çünkü herşey ne güzel uçuşuyor filmlerinde. bir insanın zihninin içi gibi, duygularının gelip geçişi gibi..çünkü başka filmlerin çoğu hep çok rasyonel, hep zamanın bağı var. wong kar wai çok güzel kırıyor bağları; son kullanma tarihi gelen konservelerle,…

bir yaz gecesi eğer bir yolcu

birbirini tanımayan on beş kişi gecenin bir yarısı, bir sayfiye şehrinden bir minibüse biner. evlerine gidecekler, niyetleri bu. dinlenip uyuyacaklar, sabah denize girerler belki. birazdan inecekler minibüsten, aman ne karanlık yollardan geçiyorlar…bir şey olsa, basit bir şey.. mesela benzini bitse minibüsün.. bu gecenin karanlığında, kimselerin geçmediği bu yolda.. birbirini tanımayan bu yolcular, artık kader arkadaşı…

suluboya

john frieda’nın saç maskesi saçları yumuşacık yapıyor ve müthiş kokuyor, herkeslere tavsiye ederim.. üstelik bitmiş hali bile işe yarıyor.. nasıl mı? maske bitince kutusunu suluboya çalışmalarım için su kabı yaptım, fırçayı suya batırdıkça rayihası yayılıyor odaya, ben de mest ola ola resim yapıyorum.. hani derler ya yemek yapınca sevgi kattım diye, ben de güzel koku…

çünkü ayrılık da sevdaya dahil

dedem vefat ettiğinde 10 yaşındaydım. annem eşyalarını kaldırırken görmüştüm, çarşafında gizli gizli sigara içerken yaptığı  -hastaydı, sigara içmek yasaklanmıştı- yanık izini. eşyalarının kaldırılması içimi burkmuştu, ben kullanayım istemiştim  nevresimlerini, dedemle bağımı sürdürmenin kendimce bir yoluydu bu…sonrasında dedem temsili olarak nevresimleriyle ama daha çok hikayeleri ve bendeki izleriyle hep yaşadı, hala da yaşıyor inanır mısınız, geçen sene 100. yaşını…

ah latifeciğim

tahrir kelimesini çok sevdiğimi söylemiştim sanırım buralarda bir yerlerde. bir kelime düşünün ki aynı anda hem hudut çizmek anlamına gelsin, hem hürriyet.. böyle bir kelime sevilmez mi.. bir de latife kelimesi var benzer bir sevgi beslediğim, hem hoşluk, incelik, güzellik anlamına geliyor hem de espri. ne latif değil mi? bir de latifeler var, beş tane….

Dayimin anisina

cenaze merasiminde yapılan anma konuşması, nikah merasiminde yapılan yemin konuşması gibi adetleri sevdiğimi fark ettim bir kere daha. bu seferki fark edişim biraz acı bir tecrübe üzerine oldu ama… dün akşam evimize bir ateş gibi düşen dayımın vefat haberi üzerine.. annemler kalkıp apar topar gittiler..ben evde bu acıyla yalnız kaldım ve o an, tek yapmak…