Kategori: Uncategorized
masal saati
bu günlerde çok hikayeler masallar var dedim ya, judith liberman’ın masal bu ya programı bugünlerde beni besleyen çok tatlı bir kaynak, buyrun siz de dinleyin, afiyetler olsun 🙂 masal bu ya!
aşkı anlatmak
temel bir gün uçağa binmiş, amerikadan türkiyeye geliyor, bir de ne görsün, yanındaki koltukta adriana lima. böyle bir heyecanlar bilmem neler.. sonra heyecanın çok daha büyüğü ve korkuncu gelmiş başlarına. uçak düşmüş.. bir adaya çıkmışlar, adriana ile beraber. ıssız bir adada survive etmleri gerekmiş zavallıların. bu arada tabii muhabbetler, muhabbetler filan.. fekat ilk günler çok…
çıktık açık alınla on yılda her savaştan
sevgili okur, 2005’ten beri burlarda sizlerle beraberiz, bu yıl on yaşına girecek inşallah blogcuğum. buradan kendisini sevdiğimi huzurlarınızda söylemek isterim. yeri bir başkadır blogcuğumun. 2007 yılında sorulmuş yeri nedir hayatınızda blog yazmanın diye, şöyle demişim o zaman: pur canı sıkıldığında, uykusu kaçtığında blog yazmış, rüya gördüğünde, göremediğinde yazmış, keyfi yerindeyse yine yazmış, yapılacak işleri varsa…
Rifat Baba Stayla
Bu ilahiyi dinledikten sonra Fatih’e dedim ki, en çok istediğim şeylerden biri babamın bize tohumunu attığı gibi bir iman tohumu atmak evladımıza. bunu imanımızla övünmek için söylemiyorum elbette ama hep hayran kalmışımdır rahmetlinin teslimiyetine. babamın bir şeyi öğretme biçimi de öylece teslimiyetliydi. bazen bir şey öğretmeye çalışan insanın aşırı çabası karşısında bir direnç oluşturur ya….
taze fasulyeden alınan lezzetin öznelliği
adı konmamış çok komik bir kandil geleneğimiz vardı bu sabah hatırladım. kandil akşamları komşular irmik helvası getirir, babam hepsinin tadına bakar, sonra da hafif burun kıvırıp hanım derdi, yap bi helva da komşular helva neymiş görsünler, annem bunu duyduktan sonra kalkar hemencecik irmik helvası yapar ve komşulara dağıtırdı, her kandil komşulara son giden helva bizim…
filin yolculuğu
bir gün elif gelip aslı teyze bana bir fil çizer misin dediğinde başka bir işle meşguldüm, fil yerine zikzaklar çizdim ama sonra elifin yüzündeki ifadeyi görünce bu zikzaklar zıplayan bir fil olmak zorunda kaldı. bu zıplayan fil dağlar aşıp, çöller geçip, istanbul’a, elif’in yaşadığı sokağa geliyordu, hikayemiz böyleydi, elif kıkır kıkırdı, bayağı hoşuna gitmişti hikaye….
happiness only real
Dikkat: into the wild’ı izlememiş olanlar için spoiler içerir. alexander supertramp’ın iki yıl süren yol macerasının sonunda, ailesini, insanları, toplumu gerisinde bırakıp geldiği ve sonra da adeta kapanına kısıldığı bu vahşi doğanın ortasında, ölmeden az evvel, acı içinde kitabın arasına aldığı notta “mutluluk sadece paylaşınca gerçek” diyor. öldükten iki hafta sonra bulunuyor o “magic bus”ın…
dünya bu dünya
galiba dünyanın en ilginç şehrinde yaşamaya başladım. aynı sokakta birbirinin nerdeyse aynı evlerde hem biraz dönüşerek hem de kendileri gibi kalarak (Bu kendi gibi kalmanın üstünde bir kere daha duracağım daha sonra, biraz katmanlanabilir bu) yaşayan ruslar, koreliler, hintliler, türkler, araplar, yahudiler, hispanikler.. bir önceki yazım da ‘dünyanın’ diyerek başlıyor, biraz çok dünyalı hissediyorumdur belki…
harbi uçan evler
Laurant Chehere’nin photoshop marifetiyle uçan evlerini görünce, süper bir derviş bana Peter Garfield’in harbi uçan evlerini gösterdi, bayaa bildiğiniz havaya uçan evler.. iş makineleri, vinçler filan aracılığıyla.ne manyak insanlar var di mi? 🙂 ne manyakmış bakın: harbiuçanevler bugünki uçan ev gezintinizde size superdervish’in seçimi şu şarkı eşlik etsin o zaman: